“Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır.
Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir.” M.Kemal ATATÜRK
Dün yine cinayet işlendi. İsrail önce Beyrut’ta Hizbullah liderlerinden Fuad Şükr’ü ardından İran’ ın başkenti Tahran’ da Hamas lideri Haniye’yi bir süikast sonucunda öldürdü. ABD hemen açıklama yaptı ve İsrail’ in saldırıya uğraması durumunda İsrail’i koruyacağını ilan etti. Bu açıklama aslında İsrail dediğimiz küçücük devletin, bu kadar büyük bir coğrafyada, pazularını bu şekilde sergileyerek güç gösterisi yapmasının arka planında kimlerin rol oynadığının resmidir. Ama aynı zamanda bu olayı batı diye tanımladığımız emperyal ülkelerin, dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etmeye çalışması olarak da okumak gerekiyor sanırım. Ortadoğu dediğimiz bölge aylardır adeta ateş çemberi ve bu cinayetlerle üzerine benzin dökülmüş oldu. İsrail’ in on aydır Gazze’ de 40 bine yakın Filistinliyi katletmesi dünya tarafından naklen seyrediliyorken bakalım başka ülkelere sıçrayan bu ateş dünyayı üçüncü savaşa götürecek mi? Öyleyse insan kaynaklı bir afet olan savaşla ilgili hafızamızı biraz yoklayalım.
SAVAŞ NEDİR?
Savaş, taraf olmaktır. Baktığımızda, “devletin bekasını temin etmek, milli menfaatleri sağlamak, milli hedefleri elde etmek amacıyla, başta askeri güç olmak üzere devletin maddi ve manevi tüm güç ve kaynaklarının hiçbir sınırlamaya tabi tutulmadan kullanılmasını gerektiren silahlı mücadeledir” diye tanımlanır. Bu tanım içerisinde birtakım kavramlar kullanılır. Beka, menfaat, milli hedef gibi. Bu kavramlar savaşı zorunlu kılar. Aynı zamanda savaşın nedenini de açıklar. Bu neden sizin bekanız, menfaatiniz, milli hedefinizdir. Siz varsanız diğerleri de var demektir. O halde tarafsınızdır. Kendi tarafınızdasınızdır…
Norveç İlimler Akademisince yapılan bir araştırmaya göre; İnsanlar M.Ö. 3600 yılından bu yana 14 bin defadan fazla savaşmışlardır. Bu savaşlarda 4 milyara yakın insan hayatını kaybetmiştir. Yine bu savaşlardaki maddi zarar; dünyayı ekvator üzerinde çevreleyen 10 m. yüksekliğinde, 156 m. genişliğinde altın madeninden yapılacak bir duvarın maddi değerine eşittir. Bu dönem boyunca, dünyamız, sadece 292 yıl sulh ve sükûn içinde yaşamını sürdürmüştür.
Savaşı kazanabilmek için; önceleri üstünlüklerini kişisel güçleriyle sağlayan insanlar, daha sonraları zekâ ve becerilerini de kullanarak savaş araç ve gereçlerini devamlı geliştirmişlerdir. Bu gelişme dünya devletlerini adeta bir silahlanma yarışına götürmüştür.
M.Ö. 650 yılından beri milletler, 1650 defa silahlanma yarışı yapmışlar, bu yarışlardan sadece 16’sı savaşsız sona ermiştir.
XX. yüzyılın başından bu yana milletler arasında yapılan silahlanma yarışı, dünyamızı bir barut fıçısı haline getirmiştir. Bunun sonucunda, insanlar, I. ve II. DÜNYA SAVAŞLARI ile yüz yüze gelmişlerdir.
1914-1918 yılları arasında cereyan eden 1. Dünya Savaşında 9.5 milyon insan hayatını kaybetmiştir. Bu kayıpların %5 i’ sivil, %95’i askerdir.
1938-1945 yılları arasında 2. Dünya Savaşı yaşanmış ve bu savaşta 52 milyon insan hayatını kaybetmiştir. Bu kayıpların %48 i’ sivil, %52’si askerdir.
1950-1952 yılları arasında, 9.2 milyon insanın hayatını kaybettiği Kore Savaşı gerçekleşmiştir. Türkiye’ nin de asker gönderdiği bu savaşta hayatını kaybedenlerin %84 ü’ sivil, %16’sı askerdir.
Bu istatistiklerden ne anlamalıyız? Bu rakamlar bize neyi ifade ediyor? Bu bilgileri neden paylaştım? Bu soruların tek cevabı var sevgili dostlar. Artık günümüz savaşları topyekün savaşlardır. Yani ulusal savaşlardır. Sadece cephedeki askeri değil, sivil halkı da etkileyen ve ilgilendiren hadiselerdir. Çünkü teknolojinin gelişmesi silah sanayinde kitle imha silahlarının çeşitlenmesine ve KBRN çağına geçiş yapmamıza sebep olmuştur. KBRN (Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik ve Nükleer)’ in kısa adı olup ülkelerin silahlanma yarışındaki en büyük kozlarıdır.
Ormanlarda ve mağaralarda kendini korumaya çalışarak yaşayan, bunun için taştan, ağaçtan yaptığı silahlarla nefsini müdafaa eden insanoğlunun, bir düğmeyle dünyanın diğer ucundaki bir hedefi nokta atışı vurabilmesi arasındaki muazzam mesafeye kolay ulaşılmadı. Mağaralardan akıllı binalara, yer altı tünellerinden gökyüzüne doğru sivrilen onlarca metre uzunluğundaki binalara, yaya, at veya diğer binek hayvanlarıyla aylar süren yolculuklardan, binlerce kilometrelik yolu saatlerle alabilen son model hava araçlarına kavuşmak, kıskanılacak bir hamleydi.
Refahını arttıran, teknolojiyle yaşamını zirveye taşıyan insan, aynı zamanda kendi ırkına ve doğaya karşı kullandığı silahlarının da gücünü arttırdı. Ok, yay, mancınık, tüfek, top, tank, konvansiyonel silahlar derken, akıllı füzelere evrilen bu süreç sonunda, dünyanın bütün insanları tehlike altına girdi. Görülüyor ki teknoloji arttıkça, savaşların sivil halkı daha çok etkilediği, gelişen silah teknolojisinin ulaştığı nokta itibariyle sınırların ve güvenli yerin kalmadığı bir durum ortaya çıkmıştır. Artık cephe dediğimiz alan, sadece askerlerin savaştığı bölge değil, dünyanın her yeridir.
İnsanların kendi elleriyle oluşturdukları toplumsal bir afet olan savaş, insanlık tarihi kadar eskidir. Nedenleri çoktur ama birkaç başlık altında şöyle ifade edebiliriz.
-Daha zengin olma, büyük toprak edinme isteği (sömürgecilik),
-Ağır coğrafi koşullar (iklimler, kıtlıklar vb.),
-Kendi inanç ve yaşam tarzını başka toplumlara kabul ettirme isteği (Din, mezhep savaşları, Haçlı Seferleri),
-Bağımsızlığın elde edilme isteği (Ulusal bağımsızlık savaşları, Kurtuluş Savaşı).
Günümüzde ya da gelecekte çıkacak savaşların en belirgin özelliği: Bu savaşların, topyekün ya da ulusal savaşlar oluşlarıdır. Bu yeni konsept, devletleri sadece pasif korunma önlemleriyle halkın korunamayacağı anlayışına götürmüş ve sivil savunma kavramı buradan çıkmıştır.
“ Ben Atom’u iyi bir şey için parçaladım, insanlar birbirlerini öldürüyorlar.” A.Einstein
İkinci Dünya Savaşı’nda, kentlere atılan tüm bombaların tutarı iki milyon tondu. Bugün birçok devletin binlercesine sahip olduğu bir tek termonükleer bombanın salıverdiği enerji tutarı, iki milyon ton bombanınkine eşittir. Yani 52 milyon insanın öldüğü ikinci dünya savaşının tüm bombaları, sadece bir bombanın içine sığdırılmış durumdadır! İnsanlar nükleer savaştan korkuyor ancak her teknolojik devlet, bu savaş için hazırlığına son sürat devam ediyor.
1945 yılında İkinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren Amerika’nın Japonya’ ya attığı iki adet nükleer bombadır. Hiroşima’ ya‘‘Enola Gay’’ isimli uçaktan atılan “little boy” (küçük çocuk) kenti yakmış, yıkmış ve binlerce insanın ölümüne neden olurken Japonya kayıtsız şartsız teslim olmak zorunda kalmıştı.
Bu cinayet fermanını kim, neden ve nasıl vermiştir? İktidar ve kişisel hırsla hareket eden, çok az sayıda kişinin başlatabileceği savaş olan nükleer savaşa, neden onay verilmiştir? Askerlerin kavgasında, sivil halkın öldürülmesini diğer sivil halk neden istemiştir? Amerika kıtasının Washington kentinde yaşayan bir işçi, Japon adasındaki bir çocuğun tepesine inen bir bombayla yanarak ölmesine neden göz yumar ki? Bugün aynı senaryo gözümüzün önünde ortadoğuda sergileniyorken aklımıza şu soru geliyor. Tarih neden tekerrür eder ki!
Kitle iletişim araçları genellikle devletin elinde bulunur. Bu cinayete onay vermesi veya tepki göstermemesi için sivil yığınlar, nasıl bir propagandaya maruz bırakılmıştır? Bu ve bunun benzeri birçok sorunun cevabı, yukarıda tarif ettiğimiz savaşın tanımında araya serpiştirilen ve tarafı olduğumuz kelimelerin içinde kendini göstermiyor mu?
Mantık çerçevesinden baktığımızda, sivilin korunması için silahlara harcanan paranın, bu savaşların niteliğini anlatmak ve önlemek için harcanacak paradan daha az olması gerekmez mi? Silahlanma için ayrılan para ile silahsızlanma için ayrılan para arasındaki uçurum, insanların birbirine karşı hissettikleri nefretin ve mesafenin büyüklüğünü de göstermiyor mu?
Savaş insanı çirkinleştiren en büyük yıkımlardan birisidir. O kadar yıkar ki; Akif “Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen, iki kazma iki kürek, iki de ırgat gerek. Ancak hadi gel şunu geri yapalım desen, bir Sinan bir de Süleyman gerek,” dizeleriyle yıkmanın ne kadar kolay imar etmenin ise çok zor olduğunu, irade, güç ve bilgelik gerektirdiğini ifade eder.
İyiyi imar etmek arzusu ve insan kaynaklı bir afet olan savaşsız günler dileğiyle…