NE VAR NE YOK?
Türkiye’nin gündemine yetişemiyoruz. Her sabah yeni bir gündemle sarsılıyoruz. Örneğin kadın cinayetleri hız kesmeden devam ederken Diyarbakır’daki Narin olayını unuttuk. Ekonomik sıkıntının göstergesi olan hayat pahalılığı, enflasyonun yükselmesi, siyasi ve adli olaylar, şehirlerimizdeki terör saldırısı, sınırlarımızdaki savaş ve İsrail gerçeği… Daha birçok farklı gündemle sarsılırken, adım adım yaklaşan büyük tehlikeyi unutuyoruz. Bu tehlikenin ne olduğunu sanırım anımsadınız. Benim esas gündemim afetler olmaya, deprem olmaya devam ediyor. Ve bu anlamda yine bir hatırlatmada bulunacağım.
İnsan hikâye dinlemeyi ve anlatmayı seven bir canlıdır. Bu haftaki yazıya da kısa bir hikâye ile başlayalım isterseniz. Hikayemizin adı “NE VAR NE YOK?” olsun.
Bilim insanları dünyanın en hızlı ve en akıllı bilgisayarını yapmışlar. Sonra da bütün dünyaya, bu bilgisayarın bilemeyeceği soru olmadığını ve bilgisayarın bilemeyeceği soruyu sorana çok büyük ikramiye vereceklerini ilan etmişler.
Bunu duyan her ülke kendi içinde yarışma düzenleyerek bir soru hazırlamış ve belirli bir günde sırayla soruları sormaya başlamışlar. Bilgisayar sorulan sorulara birkaç saniye ile birkaç dakika arasında yanıt veriyormuş.
Sıra ülkemizin temsilcisine geldiğinde bilgisayara yaklaşıp yazılı sorusunu bilgisayara okutmuş. Bilgisayar çalışmaya başlamış, bir dakika, bir saat derken akşam olmuş ve bilgisayardan dumanlar çıkmaya başlamış. Bilim insanları koşup bilgisayarı kapatmışlar. Bizimkine dönüp kazandığını bildirmişler. Ödül töreninde grubun başkanı kulağına eğilip: – “Ona ne sordun?” diye sormuş.
Bizimki cevap vermiş: –“Çok basit bir soruydu, ne var ne yok? dedim.”
Yukarıda anlattığım kısa hikâye tabi ki gerçekten olmuş bir olay değildir! Ama zihnimizin nasıl çalıştığını öykülemek adına iyi bir örnek olduğu için anlattım. “At” ve “Boynuz “dediğimde hepimizin aklına bir şeyler gelir. Ama “Boynuzlu At” dediğimde her ikisini duyularımla biçimlendirmem gerektir. Çünkü biliyoruz ki böyle bir at yeryüzünde bugüne kadar görülmemiştir. Olmayan bir şeyi ancak duyularımız yoluyla kavrayabiliriz. At’ın boynuzları olmaz ama boynuzlu At dediğimizde zihnimiz iki adet boynuzu atın şakaklarına kendiliğinden yerleştirir. Çünkü boynuzun yeri, boynuzlu hayvanlarda olduğu üzere kafanın ön ve üst kısmıdır. Bunu daha önceki deneyimlerimizle öğrendiğimiz için hiç zorluk çekmeden duyularımız vasıtasıyla birleştirir beynimizde var ederiz.
Bilim insanlarına göre zihnimizin tüm içeriği ya duyumdan ya düşünümden gelmektedir. Hatta duyumsamadığımız bir şeyi düşünemeyeceğimiz iddia edilir. Biz insanlar duyular yoluyla dış dünyadaki nesneleri algılarız. Duyularımıza göre biçimlendiririz. Yani kişinin zihninde daha önce duyularına temas etmemiş hiçbir şey şekillenemez. Dolayısıyla duyumsamadığımız bir şeyi de bilemeyiz.
Bunları neden anlattım?
Yaşadığımız birçok olayda sadece istatistiklere bakıyoruz. Rakamlarla düşünüp sonuca varıyoruz. Olayları konuşuyor, olguları hiç merak etmiyoruz. Rakamların mevcut şekillerine sebep olan süreçleri göz ardı ediyoruz. Rakamlaştırdığımız ve istatistik olarak tarihe not ettiğimiz durumları duyumsamıyoruz. Afetler örneğinde olduğu üzere; afetlerin zararlarından, maddi ve manevi kayıplarından bahsediyoruz ama sebep – sonuç ilişkisini araştırmıyoruz. Analitik aklı devre dışı bırakıyor, basit, sıradan ve düz bir mantıkla hareket ediyoruz. Kök sebepleri ortadan kaldıracak refleksi göstermek için harekete geçmiyor, geçemiyoruz.
Muhabbetin hatayı gizlediği gerçeğini heybemizde taşıyor, önümüze koyup yüzleşmiyoruz. Tıpkı siyasi görüşümüz, tuttuğumuz futbol takımına duyduğumuz muhabbet örneğinde olduğu gibi. Bu muhabbetle uyumlu unutkanlıklar ve yaşam anlayışının ağır faturalarını ödüyor ve sorgulamıyoruz. Yani kısacası toplumsal yaşamımızda aniden karşımıza çıkıp “Ne var ne yok?” diyen her türlü afete karşı cevap veremiyor, çaresiz kalıyoruz. Sorunun altında ezilip, iflas ediyoruz! Ve yenilmişliğimizin ödülünü bir sonraki afete kadar yas tutup, saklıyoruz.
Hadi kendimize soralım: Bölgende, yaşadığın il, ilçe, köy, mahalle, sokak, site, apartman ve evinde, etrafındaki insan, kamu ve özel kurum-kuruluşlarla birlikte afete hazır mısın? Örneğin Depreme hazır mısın? Çünkü Türkiye coğrafyasının neresinde olursan ol bir gün sana da “ ne var ne yok?“ diye soracaklardır. Bu soruya doğru cevap vererek devreleri yaktırmamak için, bilgisayarınızın bilemeyeceği sorulara karşı hazırlıklı olun!
Doğanın şu anki düzeni boynuzlu At’ın var olmasını gerektirmiyor olabilir ama yerin sarsılmasına endeksli bir düzenin içerisinde yaşıyoruz. Zihnimiz olmayanı duyumsarken olanı unutmasın lütfen. Çünkü afet (deprem) unutulduğunda gelir…
Afetsiz günler dileğiyle…