HAYATIMIZA KİMLERİ, NEDEN ÇEKERİZ?
İnsanoğlunun yeryüzü macerası, kozmik cetvele göre çok kısa bir zamanı içermektedir. Buna rağmen arz kabuğu üzerindeki milyonlarca canlı türünden birisi olan insan, her şeyi kendisi için var sanıyor. Bir bütünün parçası olduğunu, üstelik çok yeni ve çok minik bir parça olduğunu hep unutuyor. Bu unutkanlık insanoğlunu doğal olmaktan çıkartarak kültürel bir varlığa dönüştürüyor. Bu kötü bir şey midir? Emin değilim ama bir örnek vererek taktiri sizlere bırakayım. Tüketmek için kültür mantarı mı doğal mantar mı tercih edersiniz?
İnsan denilen canlının bir tanımı olsa ya da “İNSAN NEDİR?” sorusuna cevap arasak o kadar çok şey yazılabilir ki! Ortak Paydamız Afetler isimli kitabımda bu soruya şöyle cevap vermiştim.
“Çok çeşitli cevapları olan bu soruya ünlü filozoflardan Konfüçyüs “insan, öğrenen hayvandır” diye karşılık verirken, Thales “araştıran“, Sokrates, “sorgulayan“, Sofistler “kazanan“, Platon “toplumsal”, Aristo “düşünen hayvandır” der. Gazali için “İnsan, tutarsız bir hayvandır”, Descartes olaya başka bir pencereden bakar ve “insan, konuşan hayvandır” der. İnsanla alakalı belki de en çarpıcı tanımı Nietzsche söyler ve der ki “insan, düpedüz hayvandır!”
Düşünürlerce insanın tanımlanmasında kullanılan hayvan sözcüğünün kökeni Arapçadır ve ‘canlı’ anlamına gelir. Sözlükte hayvan sözcüğünü ‘duyumsama ve devinme yeteneği olan canlı varlık’ olarak okuyabiliriz. Hayvan sözcüğünden önce kullanılan sıfatların hepsi, düşünürlerin insani özellikleri betimlemek için kullandığı sözcüklerdir. O halde insan, çok çeşitli canlılık içerisinde, özbilinç potansiyeli ile yaratma potansiyelinin temellendiği yerde ve zamanda ortaya çıkan varlıktır diyebiliriz.”
Bir varlık olarak diğer canlı türlerinden farkımız nedir?
Berkeley isimli düşünür “var olmak, algılanmış olmaktır.” der. Peki nasıl algılanırız? Kaba ve kısaca bu soruya “insan aklı, beyni” veya “bilinci”’yle diyerek cevap verebiliriz. Yani herhangi bir şeyi varlığa getiren, herhangi bir şeyi gerçek haline getiren aslında onu o şekilde algılayan, algılayarak var eden bizim bilincimizdir. Bilincimizin sahibi, aklın merkezi olan beyin var olan tüm yaşam kodlarının deposu olup biyolojik bir enformasyon işleme sistemine sahiptir. Bilinç ise bu kodların anlamlı hale gelmesidir. Bu da ancak bilincimizin hangi enformasyonla (bilgi) beslendiğiyle alakalı değişiklik gösterir. Prof. Dr. Türker Kılıç’ a göre bir insanın düşünmesi için beyindeki yüz milyar nöronun aktif olması gerekmektedir.
Bu nöronları neyle ve nasıl beslerseniz karşınıza onun sonucu çıkacaktır. Yani akıl da bir organ olup değiştiremeyeceği bir geçmiş ve olmamış bir gelecekte gezinir durur. Sabit kaldığı, beslenmediği zaman yaşayamaz, ölür. Besin kaynağı bilgi olup eğitimle kazanılır. Eğitimli beyin canlılığını korur ve sürekli gelişir. Anı görmek, geleceği hayal edebilmek onun gıdasıdır. Aksi durumda beyin endişe yumağına dönüşür, hep kötüye meyleder. Çünkü insan tabiatı gereği hayatta kalmaya ayarlıdır. Hayatta kalabilmek için evrimsel sürecin gereği olarak kolay olana meyledecektir. Kolay olan ise her zaman kötülüğü getirecektir. Bu durumun doğal sonucu olarak da endişe ve pişmanlık ortaya çıkacaktır.
Eğitim neden önemlidir?
Eğitim inançlarımızı şekillendirir. Etrafımızdaki herkes ve her şeyle inançlarımız aracılığıyla iletişim kurarız. Eğitilerek aldığımız bilgilerle kontak kurduğumuz doğadaki her şeyle iletişime geçeriz. Bu iletişimin kaynağı yaşam alanlarımızda her şeyi birbirine bağlayan enerjinin varlığıyla mümkündür. Bu enerjiyi kalbimiz, DNA’ mız ve sahip olduğumuz fiziksel özellikler oluşturur. Rezonans alanımıza giren bu enerjiyi duygu, düşünce ve inançlarımızın enerjisiyle doruk noktasına çıkar. Açığa çıkan bu enerjiyi sahip olduğumuz özelliklerle etrafımıza yayarız. Yani kendi rezonans alanımızı oluştururuz. İnsan olmaz, oluşur sözünün anlam bulduğu yerdir burası.
Sonra ne olur?
Uzaklık ve zamanın önemi kalmadan her şeyle bu alan vasıtasıyla bağ kurarız. Aynı alan içerisinde bulunan her kim ve ne olursa olsun hayatımızın içine çekilir. Bu çekime biz de kapılır, başka hayatların titreşimiyle ahengi ve birlikteliği yakalarız. Dünyanın öbür ucunda yazılmış bir romanda buluruz kendimizi, bir şiirde veya bir resimde. Teni, rengi, dini ve dili farklı olsa da aynı duyguları paylaşımın, ortak paydadan beslenmenin ana sebebidir bu titreşim. Ve bu titreşimin rengini, ahengini, zarar ya da yararını aldığın eğitim belirler.
Velhasıl dostlar inandığınız, düşünüp hissettiğiniz her şeyi hayatınıza çekersiniz. Hayata bir anlam ve amaç aranıyorsa rezonansı güçlü, doğal yaşama saygılı ve tüm canlıların yaşam hakkına ayarlı titreşimlerde bulunmak, hoş bir seda bırakarak sürecimizi tamamlamak olmalıdır. Ve buradan bir selam göndermek gerekiyorsa eğer; ilk defa tanıştığım halde, yıllardır tanıyor gibi hissettiğim, hiç yabancılık çekmediğim insanlar örneğinde olduğu üzere, karşılaşsak ta karşılaşmasak ta, beraber olsak ta olmasak ta, yolu sevgiden geçen, titreşimi sağlıklı olan tüm insanlarla selam olsun!
Sorgulamanın, akletmenin ve hürriyetin zevkine doyasıya vardığınız bir hayat dileğiyle; saygı, hoşgörü ve bilgi ile kalınız efendim.